17 Mayıs 2011 Salı

Gizemli Soygun ( Bölüm 4 )

Kayıp Rıhtım sitesinde yayınlanan Aylık Öykü Seçkisi için yazılmıştır.



Noel Baba kılığındaki bir adam, sırtında hediye paketleri olan bir çuval olduğu halde ağır adımlarla yürüyen merdivenden yukarı çıkıyordu. Yılbaşı zamanı olduğu için bunda bir gariplik yoktu. Asıl gariplik adamın aşağı inen merdivenleri tırmanmaya çalışmasıydı.
“Hey! Ne yaptığını sanıyorsun be adam?” diye sordu merdivenlerden inmekte olan bir kadın. Fakat adam onu duymadı bile. Boş bakışlar ve her iki yanında serbestçe sallanan kollarla merdiveni çıkmaya devam etti. Biraz zor da olsa merdivenleri aştı ve Cevahir’in dördüncü katındaki teknoloji mağazasına doğru ilerlemeye başladı.

İçeri girer girmez birdenbire hareketleri hızlanıverdi adamın. Önce köşedeki güvenlik görevlisinin üzerine doğru koştu. Ardından uçan bir tekme atarak görevliyi mağazanın karşı tarafına uçurdu. Neye uğradığını şaşıran güvenlik, üzerine yığılan teknolojik cihazların altında kalıverdi. Etraftaki müşterilerden panik dolu bir çığlık yükselirken Noel Baba kasaların olduğu bölüme ilerlemeye başlamıştı bile. Önünü kesmeye çalışan satış temsilcilerinden birine elindeki çuvalla sert bir darbe vurdu. Çığlık atarak olduğu yerde çakılı kalmış kasiyer kızı da fırlatıp attıktan sonra kasaları açtı ve içlerindeki parayı çuvalına doldurmaya başladı. Kısa süre içinde işini tamamlamıştı. Yine koşar adımlar ve boş bakışlarla mağazanın çıkışına doğru ilerledi.

Tam kapıda iki güvenlik görevlisi ile daha burun buruna geldi. Hiç beklemeden elindeki çuvalı soldaki görevlinin kucağına fırlattı. Adam ne olduğunu anlayamaz bir şekilde paraları kucaklarken Noel Baba diğer görevlinin suratına sağ dirseğini geçiriverdi. Adam acı ile bağırıp yüzünü tutarken önce elinin tersiyle bir yumruk sonra da döner bir tekme attı Noel Baba. Ayakları yerden kesilen görevli büyük bir şangırtı eşliğinde vitrinin camını kırarak dışarı uçtu. Vitrinin parçalanmasıyla birlikte mağazanın alarmı da çalmaya başladı. Bütün bunlar o kadar çabuk olmuştu ki diğer görevli kıpırdamaya dahi fırsat bulamamıştı. Noel Baba’nın boş bakışları kendisine döndüğünde ise artık çok geç olduğunu biliyordu. Çuvalı yere bırakıp bacaklarının el verdiğince hızla kaçmaya başladı. Fakat Noel Baba peşinden gitmedi. Çuvalını alıp bir diğer mağazaya doğru yöneldi.

O esnada genç bir kadının sesi duyuldu Cevahir’in tüm katlarında; “Hayır!” Bu, Noel Baba kılığındaki adamın çiçeği burnunda sevgilisinden başkası değildi. “Hayır, ne yapıyorsun? Dur lütfen. Dur!” dedi kadın, adama doğru koşarken.
Adam ise oralı bile olmadı. Kadın, adamın koluna yapışarak “Bana bak! Lütfen bana bak!” diye yalvardı. Adamın gözlerindeki boş bakışları gördüğü anda ise donakaldı. “Sen… Sen o değilsin! Kimsin sen?”
Aldığı cevap adamın elinin tersiyle gelen bir tokattan ibaretti. Kadının son hatırladığı şey etrafında yükselen çığlıklar ve sevdiği adamın yürüyerek uzaklaşan görüntüsüydü. Sonra her yer karardı.


***

Yaşlı hademe bir taraftan karanlık koridorda romatizmasının el verdiği hızla ilerliyor ve bir taraftan da sesinin duyulacağını umarak bağırıyordu; “Patlama geldim! Geldim!”
Çift kanatlı ve geniş camlı kapıya vardığında biri pardösülü iki kişinin kendisini beklemekte olduğunu gördü. İçlerinden kısa olanı kapıyı usanmadan tıklatmaya devam ediyor, üstelik bundan oldukça da keyif alıyor gibi duruyordu.
“Bu karda kıyamette dışarı çıktıklarına göre ya dilenci ya da çatlak olmalılar.” diye düşündü kendi kendine. “Evet, ne var?” diye sordu kapıyı açmadan, bir elini ne istediklerini sorar gibi sallayarak.
İçlerinden uzun boylu ve asık suratlı olanı elini pardösüsünün içine daldırdı ve bir rozet çıkarttı. “Polisler, hıh!” dedi yaşlı hademe. “Dilencileri tercih ederdim.” Söylene söylene kapıyı açtı ve davetsiz misafirlerini içeri davet etti.
“Ben Selim Kuzgun, bu da ortağım Murat Pekcan.” diye tanıttı kendisini uzun olan.
“Kısa kes aynasız. Ne istiyorsunuz?” diye sordu hademe, aksi bir tavırla.
“Kayıt yaptırmaya geldik.” dedi Murat. “Nereye başvuracağız?”
“Ne?” dedi aptallaşan hademe.
“Siz ona aldırmayın.” dedi Selim, “Müdür bey burada mı?”
Hademe bir Murat’a bir de Selim’e baktı. Sonra da omuzlarını silkerek kendisini takip etmelerini işaret etti. “Şanslısınız, müdür bey az önce geldi.” dedi, ağır aksak karanlık koridorda ilerlerken.
“Güzel.” dedi Selim. “Kendisine bir-iki sorumuz olacak.”
“Beni ilgilendirmez! Siz kendi işinize bakın ben de kendiminkine.”
“Burası neden bu kadar karanlık?” diye sordu Murat.
“Çünkü okul kapalı.”
“Kapalı mı?”
“Evet, yoğun kar yağışı nedeniyle tüm okullar tatil edildi. Nerede yaşıyorsunuz siz, mağarada falan mı?”
“Hayır, bir lisenin karanlık koridorlarında.” dedi Murat, sırıtarak.
Hademe Murat’a ters ters bakarak durdu. Sonra da işaret parmağı ile merdivenleri işaret ederek “Müdürün odası üçüncü katta. Madem burada yaşıyorsunuz o zaman kolayca bulursunuz.” dedi aksi bir tavırla. Ardından sırtını dönüp gitti. Selim öfke ile Murat’a baktı, Murat ise omuzlarını silkmekle yetindi.

Kısa bir arayışın ardından müdürün odasını bulmuşlardı. Selim kibar bir şekilde kapıyı tıklattı. Gür bir ses yanıtladı onları; “Gel!”
İçeri girenleri gördüğünde müdür önce bir afalladı. Sonra çabucak kendini toparlayarak “Buyurun, hoş geldiniz. Size nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordu elinden geldiğince kibarca. Selim bir kez daha rozetini çıkarıp kendilerini tanıttığında müdürün şaşkınlığı bir kat daha arttı.
“Buyurun.” dedi tekrardan, ikiliye oturmaları için yer göstererek. Müdürün masasının karşısındaki iki boş koltuğa oturdular.

Kıvırcık saçlı, düzgün bir bıyığı olan göbekli bir adamdı müdür. Gözünde kalın çerçeveli, koyu camlı bir gözlük, üzerinde ise lacivert bir memur takımı vardı. Oda ise gayet sade döşenmiş, sıradan bir okul odasıydı. Müdür hemen masasının arkasındaki büyük koltukta oturuyordu. Onun arkasında ise Atatürk’ün gösterişli bir resmi vardı. Odanın uzak köşesinde muhtemelen törenlerde kullanılan bir sancak sessizce bekliyordu. İçerdeki tek sıra dışı nesne pencerenin önündeki ufak televizyondu.
“Direkt konuya girersem kusura bakmazsınız umarım?” diye sordu Selim.
“Bilakis memnun olurum. Sizin gibi iki polisin mektebimde ne aradığını fevkalade derecede merak ediyorum zira.”
Müdürün konuşma biçimi karşısında Murat’ın bir kaşı hafifçe kalktı. Ama Selim’in kendine yönelttiği tehditkâr bakış, dilinin ucuna kadar gelen esprileri yutması için yetti de arttı.
“Bu adamı tanıyor musunuz?” diye sordu Selim, cebinden çıkardığı kimliği müdüre uzatarak.
“Elbette. Zatı âlileri mektebimin hocalarındandır, Çetin Muallim.”
“Onu en son ne zaman gördünüz?” diye sordu Murat.
“Takriben iki ya da üç gün önce… Dün derslere gelmediğini duydum. Daha önce hiç aksatmazdı. Kendisine telefon ile ulaşmaya çalıştım lakin hep meşguldü. Bir mesele mi var?”
“Şey, evet…” dedi Murat, boğazını temizleyerek.
“Çetin Bey bugün evinde ölü bulundu.” dedi Selim, gayet sakin bir tavırla.
Müdürün gözleri birdenbire fal taşı gibi açıldı. “Ne diyorsunuz azizim? Bu fevkalade kötü bir haber!” Adamcağız yavaşça koltuğundan kalkıp gözlüğünü masaya bıraktı ve kravatını gevşeterek rahatlamaya çalıştı.
“İyi misiniz?” diye sordu ayaklanan Murat.
“Evet… Evet, iyiyim.” dedi yeniden oturmaya çalışan adam. Bir müddet soluklandıktan sonra merakla sordu; “Fakat söyleyin bana, bu nasıl oldu?”
“Henüz bilmiyoruz. Bu yüzden buradayız. Çetin Bey hakkında anlatabileceğiniz her şeye ihtiyacımız var.” dedi Selim.
“Elbette, elbette. Ne bilmeyi arzu ediyorsunuz?”
“Bildiğiniz bir düşmanı ya da garip dostları var mıydı?” diye sordu tekrar koltuğuna dönen Murat.
“Garip dostları mı, hayır!” dedi müdür istem dışı bir şekilde gülerek. “Çetin Bey son derece muntazam bir hayata sahipti. Bütün hayatı mektep ile evinden ibaretti.”
“Peki ya düşmanları?” diye sordu Selim.
“Şey… Bu mevzu biraz karışık… Çetin Muallim, nasıl desem? Çok sert bir öğretmendi. Kendisi edebiyat hocamızdı ve geleneksel müfredata çok ehemmiyet verirdi. Bu sebepten dolayı talebeler arasında pek sevilmezdi. Sıfırcı Çetin derlerdi ona, çoğu öğrenciyi sınıfta bıraktığını bilirim. Modern Türkçe kullananlara kesinlikle taviz vermez, bu kişilerle dostluk kurmazdı.”
“Sizinle iyi anlaşıyordu o halde.” dedi Murat, bıyık altından gülümseyerek.
“Evet, öyleydi.” dedi müdür, gülerek. “Kelimeleri telaffuz biçimimden idrak ettiniz sanırım.”
“Zor olmadı.” dedi Murat, gülerek.
“Ah, ne acı… Anlattıklarım hatalı anlaşılmasın. O çetin bir hocaydı lakin aynı zamanda da iyi bir insandı.”
“Son zamanlarda kuşkulu hareketleri olmuş muydu?” diye sordu Selim.
“Hayır, her zamanki gibiydi.”
“Peki, Noel Babalara karşı bakış açısı neydi?”
“Noel Baba mı? Bunun konumuzla ne…”
“Lütfen sadece soruma cevap verin müdür bey.” dedi piposunu yakan Selim.
“Pekâlâ… Çetin, Noel Baba da dâhil olmak üzere tüm batıl alışkanlıklardan katiyen nefret ederdi.”
“Anlıyorum.” dedi Selim, piposundan derin bir nefes alıp düşüncelere dalarak.
Bir müddet odada sessizlik oldu. Sonra Murat Pekcan beklenmeyen bir soru soruverdi. “Son zamanlarda okulunuzda bir kalp krizi vakası meydana geldi mi?”
Bu soruyla birlikte Selim’in gözleri parladı ve takdir eder bakışlarla genç ortağına baktı.
“Bu sualiniz çok ilginç aslında. Bundan bir-iki ay önce talebelerimden biri kalp krizi geçirdi. Oldukça tuhaf bir vakaydı.”
“Ne açıdan tuhaf?”
“Bu talebe, yani kriz geçireni kastediyorum. Önce okulun bahçesinde garip hareketlerde bulundu. Tavuk gibi gıdakladı, inek gibi böğürdü vesaire, sonra da “Ben bir aptalım!” diye bağırdı bir-iki defa. Sonra da aniden kriz geçirip olduğu yere yığıldı.”
“Ya sonra?”
“Allah’tan kültür-fizik hocamız oradaydı. Hemen ilk müdahalede bulundu sonra da talebeyi hastaneye kaldırdık.”
“Gerçekten de tuhaf…” dedi Murat.
“Daha bitmedi. Asıl tuhaf olanı talebelerimden Ruhi Gezer’in bu olaydan aşırı derecede haz alması ve bunu gizleme zahmetine bile katlanmaması. Diğerlerinin anlattığına göre olay vuku bulmadan birkaç saat önce Ruhi, kriz geçiren çocukla şiddetli bir münazaaya tutuşmuş.”
“Müna… Ne?” diye sordu Murat.
“Münazaa… Yani kavga.” dedi araya giren Selim. “Bu öğrencinin yani Ruhi Gezer’in adresini almamız mümkün mü? Bir de el yazısı örneği gerekli.” diye sordu ardından.
“Adresini hemen verebilirim ama el yazısı için vakit lazım.”
“Sorun değil, bekleriz.” dedi Selim. O anda cep telefonu çaldı. Arayan baş komiser Haldun’du.
“Kuzgun.”
“Selim!” diye gürledi Haldun Gürses telefonun öbür yanından. Sesi tüm odada rahatlıkla duyuluyordu. “Nerelerdesin lanet olasıca?”
“Davayı araşt…”
“Araştırıyormuş, hah! Sen o uyuşuk kıçını sallarken dışarıda neler oluyor haberin var mı? Hemen televizyonu aç!”
Selim izin istemişçesine müdüre baktı. Adam olumlu anlamda başını sallayınca Murat hemen köşedeki televizyona uzandı. Son dakika müziği tüm odayı doldurdu.

***

“Yine yeni yeniden bir son dakika gelişmesi ile karşınızdayım sayı seyirciler. Ben muhabiriniz Melahat Pekmerak ve şu anda Cevahir’in önündeyiz.”
Kamera alış-veriş merkezine odaklanırken Meraklı Melahat heyecanla konuşmaya devam etti. “Aldığımız bir habere göre Noel Baba çetesi iş başında! Noel Baba kıyafetine bürünmüş bir soyguncu içerideki mağazalardan birkaçını soymuş durumda. Bunu söylemek istemezdik ama biz bu konuda sizi daha önce de uyarmıştık sevgili seyirciler. Polisin bu konuda yetersiz olduğunu ve… Bir dakika! İşte çıkıyor sayın seyirciler! Noel Baba kılıklı haydut kaçıyor!”
Kamera alış-veriş merkezini terk eden kırmızı kıyafetli bir adama döndü. Adamın bakışları bomboş olsa da adımları oldukça seri ve hızlıydı. Noel Baba bir müddet kapıda öylece durdu sonra da aniden koşarak uzaklaşmaya başladı.
“Hırsız, adliye yönüne doğru koşmaya başladı sayın seyirciler ve gördüğünüz gibi etrafta tek bir polis bile yok. Ne burada ne de gittiği tarafta…”

***

“Bu tarafa geliyor!” diye bağırdı Murat heyecanla.
“Duydun mu Haldun? Adam bizden tarafa koşuyor.”
“Onu hemen yakalayın!” diye bağırdı baş komiser. “Özellikle de Melahat denen o zibidinin gözünün önünde yapın bunu! Hatta arada Melahat’ı da aradan çıkarırsanız harika olur!” Ardından telefonu çarparak kapattı.
Selim bir kâğıda çabucak bir şeyler yazarak müdüre uzattı ve “O öğrencinin el yazı örmeğini bu adrese gönderin. Hayati bir mesele…” dedi.
“Elbette, müsterih olunuz.” dedi müdür. Ardından ikili koşarak odayı terk etti.
“Müste… Ne?” diye sordu Murat koşarlarken.
“Çenen değil bacakların çalışsın evlat. Yakalamamız gereken bir Noel Baba var!”

Az sonra okulun kapısından koşar adım dışarı çıkıyorlardı. Huysuz hademenin “On yedisinde de yetmişinde de hepsi aynı!” tarzındaki şikâyetlerine aldırmadan karla kaplı bahçeye attılar kendilerini. Oradan da sivil polis aracına binip Abide-l Hürriyet caddesinde hızla ilerlemeye başladılar.
“Cevahir bu tarafta!” dedi Murat.
“Nerede olduğunu gayet iyi biliyorum. Sen gözünü açık tut da adamı kaçırmayalım.”
“Baş komiser şu Melahat denen kadını hiç sevmiyor anlaşılan.”
“Evet, pek iyi anlaştıkları söylenemez. Öyle olsaydı boşanmazlardı zaten.”
“N-Ne-Ne demek boşanmazlardı?”
“Meraklı Melahat bizim komiserin eski karısı.”
“Karısı mı?”
“İşte adamımız orada!” dedi Selim az ötelerinde, Rum Mezarlığı’nın yanından koşarak yaklaşan kırmızılı şâhısı göstererek.
“Şimdi yakaladık işte!” dedi Murat, arabanın üzerine polis sirenini koyarken.

Noel Baba kılıklı adam karşıdan yaklaşan aracı görünce bir anlığına durakladı. Sonra olduğu yerde sıçrayıp havada bir parende atarak yanındaki yüksek duvarı aştı ve mezarlığın içine daldı.
“Şunu gördün mü?” dedi Murat, ağzı bir karış açılarak.
“Gördüm!” dedi Selim direksiyonu ani bir şekilde kırıp caddenin ortasındaki benzincinin içinden geçerken. Sonra da mezarlığın kapısından tam gaz girerek adamın duvarı aştığı yöne doğru elinden geldiğince hızla ilerlemeye başladı.
“Orada!” diye gösterdi Murat, karla kaplı mezarların arasında koşturan Noel Baba’yı göstererek. Üzerlerine doğru geliyordu. İkili çabucak arabadan inip silahlarını çektiler.
“Dikkatli ol, çok hızlı ve çok kuvvetli!” diye uyardı Selim ortağını. Murat anladığını belirtmek için kafasını sallayarak arabanın diğer tarafına, hemen Selim’in yanına siper aldı.
“Dur, kıpırdama!” diye bağırdı Selim.
“Eller yukarı!” dedi Murat.
Fakat Noel Baba’nın durmaya hiç niyeti yoktu, son sürat üzerlerine doğru koşmaya devam ediyordu.
“Dur yoksa ateş ederiz!” dedi Selim.
Yine yanıt gelmedi.

Derken Noel Baba tam arabanın önüne geldiği anda duruverdi. Öyle ani bir duruştu ki bu Selimle Murat bile ilk başta adamın durduğunu idrak edememişlerdi. İlk toparlanan Selim oldu. “Ellerini başının üzerine koy!”
Fakat Noel Baba hiçbir tepki vermedi. Bomboş bakışlarla öylece ileri bakıyordu adam.
“Sana ellerini başının üzerine koy dedim!”
O anda Noel Baba’nın elindeki çuval zararsız bir şekilde yere düştü, ardından adam gözlerini kırpıştırarak etrafına bakınmaya başladı.
“N-Ne? Neredeyim ben?” dedi Noel Baba şaşkınlıkla. Sonra aniden ellerini göğsüne götürdü ve acı ile inlemeye başladı.
“Neler oluyor?” diye sordu Murat şaşkınlıkla.
“Lanet olsun! Kalp krizi geçiriyor!” dedi Selim, hızla ileri atılarak. Çabucak adamın yanına koştu ve şüpheliyi yavaşça yere yatırdı.
“Orada öyle dikilme de bana yardım et!”
“Ne yapayım?” diye sordu Murat panikle sağa sol bakınarak
Selim adamın yakasını gevşeterek rahat nefes aldırmaya çalıştı fakat çok geçti. Kalbi durmuştu bile. “Lanet olsun! Lanet!” diye bağırdı Selim Kuzgun. Sonra da elinden geldiğince kalp masajı yapmaya başladı. Mezarlığın ortasında, ölülerin arasında bir ölüm-kalım mücadelesi başlamıştı.

( Devam edecek... )

2 comments:

Unknown dedi ki...

Hikayeleri toptan yazma yahu :) Çok güzel olmuş eline sağlık... Yalnız keşke 'bunlar tamamen hayal ürünüdür' çeşidi bir uyarı yazsaydın. Gerçek bir olay olduğunu sandım. Yoksa öylemiydi mesela ilk noel baba hikayen ?

mit dedi ki...

Hikayeleri toptan yazmıyorum :) Mesela bu çok önceden yazdığım tek bir hikaye aslında. Blog okurları daha rahat okusun (ve de gözleri korkmasın :P ) diye bölüm bölüm yayınlıyorum, hepsi bu. Çok mu yakın aralarda yayınlamışım? Bir hatamız olduysa affola...

Yazdıklarımın hepsi de hayal ürünü ayrıca. İçiniz rahat olsun :) Noel babalara bir tutam sevgi ile bakmaya devam edebilirsiniz.

Okuduğunuz ve yorumladığınız için çok teşekkürler.