20 Nisan 2009 Pazartesi

Bir Vergi Dairesinin Anatomisi

Yine bir devlet dairesi vardı önümde. Elimde ise yine yapılması gereken önemli bir iş… Neden böyle işler hep beni bulur anlamam ki? Bu kez Vergi dairesindeydi işim, gecikmiş bir vergi borcunu ödemem gerekiyordu. Vakit neredeyse öğle vaktiydi. Dairenin kapısına yaklaşırken güneş tam tepedeydi ve amansızca yakıyordu. Neyse ki hedefime varmıştım. Dik merdivenleri ağır ağır tırmandım. Bu arada merdivenlerin yanında, çürümeye bırakılmış yürüyen merdivenlere acıma ile karışık kızgınlık duygusu ile baktım. Boşa yapılmış bir harcama daha… Tam kapıdan girecekken içeriden koşarak çıkan bir adama rastladım. Adam o kadar hızlı koşuyordu ki az kalsın çarpışacaktık. Kendimi son anda kenara atarak çarpışmadan kurtuldum. Adam ise bir özür bile dilemeden son hızla koşarak gözden kayboldu. “Deli midir nedir?” diyerek kendimi vergi dairesinin serin koridorlarına attım.

Üzerinde ‘Danışma’ yazan geniş, turuncu renkli bir tabela karşıladı beni. Nedense bu tabelaların genellikle ikinci anlamlarını daha iyi yansıttıklarını düşünmüşümdür hep. Yani “Buraya danışınız” anlamında değil de “Bana danışma kardeşim, işin gücün yok mu senin” anlamında asılmış gibidirler hep. Başka bir alternatifim olmadığı için adımlarımı danışmaya yönelttim. Yavaşça masanın arkasında oturan güvenlik görevlisine doğru yaklaştım ve kibar bir şekilde “Gecikmiş vergi borcumu nereden ödeyebilirim?” diye sordum. Adam yüzüme bakma zahmetine bile katlanmadan “Bilmiyorum, danışmaya sorun” diye cevapladı sorumu. Bir anlığına güvenliğin yüzüne bakakaldım. Sonra gözlerim üzerinde ‘Danışma’ yazan tabela ile adamın arasında gidip geldi. Bu adamda benim gibi düşünüyor olmalıydı herhalde… Adam hiç oralı olmadı ve son derece mühim bir işle uğraşıyormuşçasına tırnaklarının arasındaki ne olduğunu bilmek bile istemediğim bir şeylerle oynamaya başladı. O sırada başka bir bey geldi danışma bankosuna ve “Buyurun” dedi kibarca. Sonunda… Gerçek bir danışman… Aynı kibarlıkta sorumu tekrarladım, adam aynı kibarlıkta cevapladı, ben de aynı kibarlıkta teşekkür ettim, güvenlik de aynı öküzlükle boğazını temizleyip tükürerek muhabbetimize son noktayı koydu.

Sicil takip masasına gidecektim. Salonun ortasında hızlı bir tarama ile gideceğim masayı kolayca buldum. Koridorun en sonundaydı. Şansıma memur yerinde oturuyordu. “Merhaba” dedim, “Merhaba” diyerek selamladı beni, yarım ağızla, oldukça bezgin bir ses tonuyla. “Vergi borcumu ödeyecektim” diyerek direkt konuya girdim. Adam, “Gecikmesi var mı?” diye sordu, yine gayet uyuşuk bir şekilde. “Evet” dedim. Demez olaydım. Cevabımı vermemle o sakin, bezgin adam gitti yerine kükreyen bir aslan geldi sanki. “Gene mi kardeşim! Bu kaçıncı ya, olmaz ki bu kadar da!” diye bağırarak ayaklandı. O ani tepkiyi beklemediğimden (korktuğumdan falan değil yani, yanlış anlaşılmasın) olduğum yere büzüşüverdim. “Şey... Bu daha ilk gecikmemiz bizim” dedim salak gibi. Memur, önce garip garip baktı yüzüme, sonra bıyık altından gülmeye başladı. İşte o zaman memurun bugün içerisinde gelen gecikmiş vergilerden bahsettiğini kendimden utanarak anladım. Adam ise omuzlarını silkip tekrar bezgin adam duruşuna geçti ve elimden kağıtları sökercesine aldı. Bilgisayarda birkaç işlem yapıp kağıdın orasına burasına 3-4 kaşe vurdu ve “Gelen Evrak bölümüne git” dedi. Kağıtları alıp Gelen Evrak bölümüne gittim, yani giriş kapısının tam yanına. Orada oturan kadın da kağıdı biraz inceledi ve 3-4 kaşe de o vurdu. “Geldiğiniz bölüme geri gidin” dedi baygın bir sesle. Baygın sesle konuşmak burada moda olsa gerekti. Geldiğim yolu tekrar geri yürüyerek koridorun sonundaki masaya ulaştım. Adam kağıtları alıp bir müddet inceledi ve birkaç kaşe daha vurdu. “Üst kata çıkıp müdüre imzalatın” dedi.

Üst kat da üst kattı hani, çık çık bitmeyen merdivenlerle ulaşılıyordu müdürün odasına. Nefes nefese müdürün kapısına vardım ve tıklattım. Ses yoktu. Kapıyı açmaya çalıştım ama kitliydi. Nedendir bilinmez, (yalan, daha önceki yazılarımı okuyanlar bilir) gözümün önünde üzerinde ‘Halkla İlişkiler’ yazan bir kapının hayali canlandı kısa bir süreliğine. Sinirle merdivenleri tekrar indim ve memura gidip müdür beyin yerinde olmadığını söyledim. O da beni müdür yardımcısına yönlendirdi. Yani hemen yanındaki odaya… Onca basamağı bir hiç için çıkmıştım anlaşılan. Sinirlerim iyice gerilmiş bir biçimde müdür yardımcısının odasına girdim. Bir on dakika boyunca müdür yardımcısı ile misafiri arasındaki ayak kokusu ve ayak kokusunu giderme ile ilgili ilginç muhabbeti dinlemeye maruz bırakıldıktan sonra müdür yardımcısı tarafından da bolca kaşelenmiş evraklarımı alıp yeşermiş bir yüzle odadan çıktım. Şimdi herkesin ayaklarına tiksinerek bakıyordum, kendiminkiler dahil. Üstelik diğerleri neyse de kendi ayaklarımdan kaçmak gibi bir şansım da yoktu, nereye gitsem takip ediyorlardı beni.

Kağıtlarımı memura uzatıp beklemeye başladım. Adam tam tahmin ettiğim gibi evrakları biraz evirip çevirdikten sonra üzerlerine 3-4 kaşe daha bastı. “Giden Evrak bölümü…” dedi bayık bir sesle. Giden Evrak bölümü ise Gelen Evrak bölümü ile aynı yerdeydi, yani taa girişte… Tekrar bütün o yolu yürüyüp girişe vardım. Giden Evrak bölümü boştu, içerde kimsecikler yoktu. Yan tarafta oturan Gelen Evrak memuresine doğru başımı uzattım ve “Şey, arkadaş yok mu acaba?” dedim. “Biraz bekleyin” dedi memure, benden tarafa bakmayarak. “Eh, bekleyelim bakalım.” dedim içimden. 1-2 dakika sonra şaşkın bakışlarım arasında Gelen Evrak memuresi bir ara kapı vasıtası ile Giden Evrak kısmına geçti ve “Evet, buyurun.” dedi yüzsüzce. Sinirle kağıtlarımı kendisine uzattım. Zavallı evraklarıma birkaç kaşe darbesi de o vurduktan sonra “Tekrar geldiğiniz yere geri gidin” dedi memure. Kağıtlarımı alıp tekrar koridora döndüm. Bir taraftan da sesimi inceltip kadının sesini taklit ettim sinirle; “Geldiğiniz yere geri gidin.” İçimde doğan, çılgınca kahkahalar atarak ve evrakları sağa sola saçarak koridorda koşma dürtüsünü zorlukla bastırarak ilk başladığım noktaya geri döndüm.

Bezgin memur kaşelenecek başka bir yeri kalmadığını zannettiğim kağıtlarımda ustalıkla birkaç boş yer daha buldu ve oraları da itina ile kaşeleyerek “Vezne” dedi. “Çok şükür ya Rabbi…” diyerek vezneye yöneldim. Yani sizinde tahmin edebileceğiniz gibi girişe, Gelen/Giden evrak bölümlerinin yanına… Veznenin kapalı olması ise koridorlarda çıplak koşma dürtülerimi azdıran ayrı bir muhteşemlikti. Tam “Hayııııır!” diye bağırmaya hazırlanırken arkamdan “Hayır!” diye bir ses geldi. Bozularak “Hey o benim repliğimdi!” demek için dönüp arkama baktım ve danışmadaki kibar adamın “Hayır, hayır! O vezne kapalı, açık olanı diğer tarafta.” dediğini duydum. Adama minnetle teşekkür ettim. Bir koşu diğer vezneye varıp parayı hemen yatırdım. Kaç para tuttuğuna aldırmadım bile. Muhtemelen tüm paramı, hatta başka bir şeylerimi bile istese onu bile seve seve verirdim. Belki de tüm bu karmaşa bunun içindi. Belki de bu özenle kurulmuş bir düzendi. Hatta belki de burası Vergi Dairesi bile değildi. Vergi Dairesi de yoktu aslında. Ben de yoktum aslında. Ni-ho-ha-ha… Kafayı üşütmeden önce buradan çıkmam lazımdı. Koşarak binayı terk ettim. Giyinik olarak…

Tam kapıdan çıkarken içeriye girmeye hazırlanan biriyle hafifçe çarpıştık. Adamdan özür dilemeyi bile akıl edemeyecek durumda olduğumdan koşmaya devam ederek oradan uzaklaştım. Adamın arkamdan “Deli midir nedir?” dediğini duydum hayal meyal. Yarım saat içinde anlayacaktı nasıl olsa…

7 comments:

Adsız dedi ki...

ıhsancım ben bakı seni cıplak düşünemiyorum. zaten sen cıplak gıtmış olsaydın ısın daha çabuk bıteceğıne ınanıyorum. sevgıler

d:)-:{)}

mit dedi ki...

Doğru söze ne denir? Bir daha ki sefere öyle gideyim bari, madem daha çabuk bitecek :)

Bu arada çok rica ediyorum, beni çıplak düşünme :)

Kadim dostuma sevgiler ;)

Göker dedi ki...

Hayat MAXIMUM'da diyince dalga geçiyorsunuz siz beyfendi! Taksitlendirilmiş vergiler 10 saniyede ödenmekte! bekleriz şubelerimize,
ama çok sevindim ki bu acı dolu gün seni yine tadından yenmez bir hikaye yazmaya itmiş
tebrikler

shenem dedi ki...

hayır hayırrr!!:D

mit dedi ki...

Nakit, vaktinde benim cebimle olan randevusuna gelse bu sorunların hiç biri olmayacak aslında. O zaman Maximum, Taksimum ne varsa kullanırdım gönül rahatlığıyla ama olmuyo işte naparsınız? Beğenmenize sevindim arkadaşlar, teşekkürler...

GeCe dedi ki...

Saatlerdir yazılarını okuyorum, artık burda yorum yazmalıyım dedim. İnanılmaz keyifli ve baş ağrısı ile başlayan günümden eser kalmadı. Daha önce bazı yazılarını okuyup blog listeme eklemişim ama fazla inceleyememiştim. Çıkan kitabınızı da ilk fırsatta okuyacağım. Bir de hem yazım dili açısından hem de imla kurallarına bu kadar düzgün şekilde bağlı kaldığınız için ayrıca tebrik ve teşekkür ediyorum

mit dedi ki...

Teşekkür ediyorum, beni şaşırttınız doğrusu. Eski yazılarımın bunca zaman sonra okunduğunu bilmek ufak bir keyif ve şaşkınlık yarattı bende. Gününüzü neşelendirdiğimi bilmek ise hepsinden değerli kuşkusuz.

Yazım ve imla kurallarına çok önem veririm. Sonuçta bu bizim dilimiz ve çok da güzel bir lisan. Düzgün kullanılmayı sonuna kadar hakkediyor.

Teşekkürler...