Dersin bitmesine sadece birkaç dakika kalmıştı ama Onur için o dakikalar adeta birer ömür törpüsü gibiydi. Dışarıda mükemmel bir hava vardı ve ilkbaharın o iç gıdıklayan havası her yanını sarmıştı. Dışarı çıkmak, gezmek tozmak için içinde inanılmaz bir arzu duyuyordu. Görünüşe göre sınıfın geri kalanı da aynı ruh hali içerisindeydi çünkü hepsi de sürekli pencerelerden dışarı bakıp derin derin iç çekiyorlardı.
“Bu havada ders mi yapılırmış canım?” diye mırıldandı Onur yanındaki arkadaşına, kolundaki saati kontrol ederken. Sıra arkadaşı, aynı zamandaki okuldaki en iyi dostu olan Hakan sıkılgan bir tavırla oflamakla yetindi. O sırada dersi anlatan profesör elindeki kitabı masasına bıraktı ve öğrencilerine döndü.
“Evet çocuklar.” dedi babacan bir tavırla. “Biliyorsunuz bahar geldi ve bugün bahar şenliklerinin ilk günü.”
“Bahar şenlikleri mi? O da ne?” dedi Onur şaşkınlıkla. Sınıfta hafif bir gülüşme oldu.
“Ay ne kadar banalsin? Daha bahar şenliklerinin ne olduğunu bile bilmiyosun yane.” dedi ön sıralarda oturan bir kız. Adı Aslı’ydı ve tiki tabirinin hayat bulmuş haliydi. Hızlı hızlı konuşur, kendini dünyanın en mükemmel kişisi sanır ve her daim süslenirdi. Aynı zamanda Onur’un sınıfta hiç sevmediği iki kişiden biriydi. Diğeri ise her zaman onun yanında oturan, yanından asla ayrılmayan Serap’tı. O da Aslı’nın birebir kopyasıydı zaten.
“Üniversitedeki ilk yılınız olduğu için aranızda bilmeyenlerin olması normaldir.” dedi profesör. “Ben de konuyu bu yüzden açtım zaten.” diye devam etti.
“Ay nası bi insaaan bahar şenlikleri gıbii önemli bi olayı bilmez anlam veremiyorum yane.” dedi Aslı, çantasından çıkardığı törpü ile tırnaklarını törpülemeye başlayarak.
“Belki de makyajından çok derslerine önem veren biri olabilir küçük hanım.” dedi profesör, sinirli bir şekilde kızın elindeki törpüyü kaparak. “Siz ne dersiniz?” Aslı bir şey diyemedi haliyle. Bu görüntü karşısında Onur’un keyfi birden yerine geldi ve profesörü daha bir sevgi ve istekle dinlemeye başladı.
“Şimdi, nerede kalmıştık? Ah, evet… Bahar Şenlikleri!” dedi profesör, tekrar gülümseyerek. “Her yıl baharın gelişini kutlamak amacıyla yurt genelindeki tüm üniversitelerde şenlikler düzenlenir. Konserler, etkinlikler ve ziyafetler verilir. Ve bu yıl ki şenlik zamanı da geldi çattı. Öğle yemeğinden hemen sonra büyük meydanda toplanılacak ve şenliklerin başlangıcı yapılacak. O yüzden öğleden sonraki dersleriniz iptal.” Sınıfta anında neşeli bir gürültü koptu.
“Bahar şenliklerinde su savaşı yapıldığı doğru mu?” diye sordu Hakan.
“Şey, evet bu doğru.” dedi profesör. “Su tabancaları ve su balonları geçen yıl ki şenliklerin en gözde oyuncaklarıydı. Ama ben sizin gibi akıllı gençlerin böyle çılgınlıklar yapmayacağına güveniyorum.” diye ekledi ardından, muzipçe göz kırparak. Ufak bir gülüşme koptu ardından da dersin bittiğini haber veren zilin sesi duyuldu. Bütün öğrenciler hızla toparlanıp sınıfı terk etmeye başladılar.
“Unutmayın! Öğleden sonra büyük meydanda!” diye bağırdı profesör, kalabalığın gürültüsünün üstünden sesini duyurmaya çalışarak.
***
“Harika! İlk ıslatacağım kişi Serap olacak!” dedi Hakan, ikili hızlı bir şekilde yemekhanenin yolunu tutarlarken.
“Al benden de o kadar!” dedi Onur sırıtarak. “Aslı’yı sırılsıklam görmek için sabırsızlanıyorum!”
“Eminim makyajsız haliyle bir fareye benzer.” dedi Hakan gülerek.
“Evet… Islak bir fareye!” dedi Onur ve ikili bu espriye kahkahalarla güldüler. Onur, yaşıtlarına göre biraz daha kısa ve çelimsiz bir delikanlıydı. Siyah, kıvır kıvır saçlara ve sakalsız, düzgün yüz hatlarına sahipti. Yaşıtlarının aksine genelde siyah kumaş pantolon ve ona uygun bir gömlek giyerdi. Gözünde de hiç çıkarmadığı, ince çerçeveli bir gözlüğü vardı. Hakan ise onun aksine iri yapılı ve şişman bir gençti. Uzun sayılabilecek açık kahverengi saçları ve yuvarlak yüz hatlarına sahipti. Her daim gülmeye (ve yemeye) hazırdı. Mavi kot pantolonu ise üzerinden hiç eksik olmazdı.
Hava olabildiğince güzeldi. Etrafta kelebekler uçuşuyor, güneş tepelerinde pırıl pırıl parlıyordu. Nefes aldıkça sanki içlerinde bir şeyler kıpırdanıyormuş gibi geliyordu Onur’a. Bahar kesinlikle gelmişti.
“Muhteşem değil mi?” dedi Onur, derin bir nefes alarak, yemekhaneye iyice yaklaştıklarında.
“Evet, kesinlikle öyle.” dedi Hakan, derin bir nefes de o alarak. “Patlıcan kızartması ve makarna sanırım.” dedi midesini ovuşturarak.
“Ne?” dedi Onur şaşırarak.
“Yemekhaneden gelen koku tabi ki! Sen neden bahsediyordun?” diye sordu Hakan.
“Sen yemekten başka bir şey düşünmez misin?” diyerek güldü Onur.
“Düşünürüm elbette. Mesela yemekten sonra yenecek bir tatlı oldukça düşünülesi bir şey!” dedi Hakan, sanki çok ciddi bir şeyden bahsediyormuşçasına abartılı hareketlerle konuşarak. Gülerek ilerlediler ve onlarla ters istikamette yürüyen, siyahlar içindeki bir adamın yanından geçtiler. Birdenbire Onur iliklerine kadar donduğunu ve soğuktan tir tir titrediğini hissetti.
“S-se-sen de hissettin mi?” dedi yanı başındaki Hakan, ısınmak için kollarını ovuşturarak.
“Evet” dedi Onur ellerini ovuşturup üfleyerek “Donuyorum sandım! Neydi o?”
Merakla etraflarına bakındılar ama hiçbir şey göremediler. Az önce yanlarından geçen ve giderek uzaklaşmakta olan siyahlı adam dışında…
“Şu adama bak, bu havada palto giymiş. Ne garip değil mi?” dedi Hakan.
“Evet, gerçekten de öyle.” dedi uzaklaşan adamın arkasından bakan Onur. Adam simsiyah uzun bir palto ve siyah bir pantolon giymişti. Hava oldukça güzel olmasına rağmen paltosunun önünü sıkıca kapatmış, bir de yüzünü göstermeyecek şekilde siyah bir atkı takmıştı. Başında da yine siyah renkli fötr bir şapka, gözünde ise bir güneş gözlüğü vardı. “Oldukça şüpheli bir tip.” dedi Onur. Onlar izlerken siyahlı adam dikkatsizce bir su birikintisine bastı ve o da ne? Su birikintisi anında buz tutuvermişti. Hakan gördüklerine inanamayarak gözlerini ovuşturdu, Onur ise gözlüklerini çıkarıp camlarını kontrol etti.
“Benim gördüğümü sen de gördün mü?” dedi Hakan, gözlerini kırpıştırarak Onur’a bakarken. Onur sadece şaşkınca kafasını sallamakla yetindi. Ardından ikisi de hızla donmuş su birikintisinin başına koşturdular. Onur çömelip eliyle ince buz tabakasına dokundu ve “Vay canına! Şuna bakar mısın?” dedi oldukça etkilenmiş bir biçimde.
“Bunu nasıl yaptı?” dedi Hakan, siyahlı adamın arkasından hayretle bakarken.
“Bilmiyorum.” dedi Onur, “Ama öğrenmeye niyetliyim. Haydi gel.” dedi ve esrarengiz adamı takip etmeye başladı. “Hey! Yemek ne olacak?” diye sordu peşi sıra koşan Hakan hüsranla.
***
Siyahlı adam hiç de aceleci olmayan adımlarla büyük meydana doğru ilerliyordu. Geçtiği yerlerde hava birdenbire serinliyor, çimenler sararıyor, ağaçların yaprakları dökülüyor, su birikintileri donuyordu. Onur ve Hakan da güvenli bir mesafeden kendisini takip etmekteydiler.
“Benim karnım aç.” diye mızmızlandı Hakan.
“Bak, büyük meydana doğru gidiyor.” dedi onu duymazlıktan gelen Onur.
“Güzel! Belki orada yiyecek bir şeyler bulabiliriz.”
“Niyeti ne acaba?”
“Belki de bahar şenliklerinde gösteri yapmaya gelen bir şovmendir?” diye yanıtladı Hakan, omuzlarını silkerek.
“Bahar şenliği ve soğuk… Hayır, hiç sanmıyorum. Bu çok mantıksız.” dedi Onur.
O sırada siyahlı adam yönünü değiştirip bir binaya, meydana bakan kapalı spor salonuna doğru ilerlemeye başladı. Fakat ön kapı yerine arka kapıya doğru gidiyordu. Kapıya vardığında kendisini izleyen birinin olup olmadığını görmek için sağa sola bakındı. Onur ve Hakan çabucak başka tarafa bakarak, kendi aralarında konuşuyormuş numarası yapmaya başladılar. Bu hoşlandıkları kızları uzaktan izlediklerinde de kullandıkları bir numaraydı, o yüzden rol yapmakta hiç de zorluk çekmemişlerdi. Adam kimsenin olmadığına emin oldu ve elini usulca kapı koluna koydu. Keskin bir çatırtı duyuldu, ardından da kapı ardına kadar açıldı. Siyahlı adam eşikten geçip gözden kayboldu.
“Şimdi ne yapıyoruz?” diye sordu Hakan, alacağı cevaptan korkarak.
“Ne mi yapıyoruz? Takibe devam tabii ki…” dedi Onur, gözlerini kapıdan ayırmadan.
“Bence burada bırakalım, bu herif hiç de tekin değil. Gidip birilerine haber veririz. Hem belki bu sayede yemeğe bile yetişebiliriz.” dedi Hakan, midesinin gurultusunu eli ile bastırmaya çalışarak.
“Olmaz! Biz birilerini gördüklerimize inandırana kadar çok geç olabilir!” dedi Onur ve kapıya doğru ilerlemeye başladı. Hakan da homurdanarak peşinden geliyordu. Kapıya vardıklarında gördükleri manzara karşısında dilleri tutuldu. Kapı kolu tamamen buz tutmuştu ve görünüşe göre kilit soğuktan kırılmıştı.
“Hâlâ onun bir gösterici olduğunu mu düşüyorsun?” dedi Onur.
“Hâlâ onu takip etmemiz gerektiğini mi düşünüyorsun?” diye sordu Hakan aynı anda. İkisi de birbirlerine bir müddet baktıktan sonra yine aynı anda “Hayır.” dediler.
“Ben birilerini uyarmaya çalışacağım.” dedi Hakan.
“Tamam.” dedi Onur. “Ben de bu arada siyahlının neyin peşinde olduğunu öğrenmeye çalışacağım.”
“Anlaştık. Sakın ben yokken aptalca bir şey yapmaya kalkma.” dedi Hakan.
“Merak etme.” dedi Onur, güven verircesine. Hakan, arkadaşının omzuna dostça bir yumruk patlattı sonra da arkasını dönüp koşarak uzaklaşmaya başladı. Onur, bir süre onun uzaklaşmasını izledi, ardından da kararlı bakışlarla kapı eşiğinden geçip içeri girdi.
***
Spor salonunun içi oldukça karanlıktı. Büyük ihtimalle şenliklerde görevli olduğundan ortada salon görevlisinden de bir eser yoktu. İlk kez personel kapısından giren Onur yolunu bulmakta biraz zorlandı. Bir müddet boyunca voleybol sahasına bakan tribünlerin arkasındaki dar ve karanlık koridorda metal gıcırtıları eşliğinde ilerledi. Sahayı geçmek üzereyken birdenbire aradığı adamı gördü. Siyahlı adam, biraz ilerideki olimpik havuzun hemen yanı başında dikiliyor ve birini beklermiş gibi sürekli sağına soluna bakınıyordu. Havuza yakın durduğu kısımdaki suların üzeri buz tutmuştu ve havaya hafif bir buhar yayılıyordu. Neyse ki sırtı dönüktü de kendisini görmemişti. Derken uzak taraftaki kapı açıldı ve içeri biri daha girdi. Onur, gelenlerin Hakan ve getirdiği yardım olduğunu düşünerek heyecanla o yöne baktı. Fakat bu Hakan değildi. Bu Onur’un bugüne kadar gördüğü en garip kılıklı ve en çirkin kadındı… Sivri uçlu, uzun bir şapka giyiyordu kadın. O da tıpkı havuzun başında bekleyen adam gibi simsiyah giyinmişti ve elinde oldukça büyük bir şemsiye taşıyordu. Geniş kemerli, kanca bir burnu ve burnunun sağ yanında oldukça çirkin bir beni vardı. En garip yanı ise kuşkusuz cildinin rengiydi. Çünkü teni yeşildi… Kadın, elindeki şemsiyeye sıkı sıkı tutunarak havuz boyunca ilerledi. Adımlarını oldukça dikkatli ve ürkek bir biçimde atıyor ve her iki adımda bir durup havuza şüpheyle bakıyordu. Sanki havuzun her an canlanıp üzerine saldırmasından korkar gibi bir hali vardı.
“Buluşacak başka bir yer bulamadın mı?” diye sordu kadın, oldukça cırtlak bir sesle. Siyahlı adam bu soru karşısında sadece güldü. Soğuk, buz gibi bir gülüştü bu. “Ne o? Mayonu getirmedin mi yoksa?” dedi buz gibi sesiyle adam. Derin ve yankılı bir sesti bu. İnsanın aklına ister istemez o meşhur Sith lordunu getirecek cinsten bir ses… Onur tüylerinin ürperdiğini hissetti. Kadın, siyahlı adama aksi aksi baktı. Bir şeyler söylemek için ağzını açtı ama diyeceği her ne ise bundan vazgeçti ve sinirle alt dudağını kemirmeye başladı.
“İstediğim şeyi getirdin mi?” diye sordu adam.
“Evet.” dedi kadın, elini ceplerinden birine atıp kıpkırmızı bir elma çıkararak. “Almak için kraliçe ile bayağı bir uğraştım doğrusu. En sonunda araya Cadılar Konseyi’ni sokmak zorunda kaldım.” diye ekledi ardından.
“Güzel.” dedi adam kelimeyi uzatarak. “Bahar’ın hanımı elmayı yediğinde bir daha çiçekler açmayacak, karlar erimeyecek ve kış hep hüküm sürecek!” diye ekledi, korkunç bir kahkaha atarak.
“Ve bir daha yağmur yağmayacak! Sular donacak ve göller buz tutacak!” dedi kadın daha da korkunç bir kahkaha atarak. “Tabii ki sözünü tutarsan.” diye sordu sonra da kuşkuyla adama bakarak.
“Merak etme… Hükmüm ve gücüm tüm diyarlarda geçerli. Buna Oz da dâhil.” dedi adam, memnun bir şekilde sırıtarak.
“Peki ya Yaz ne olacak?” diye sordu kadın.
“Hah! Yaz, tembelin tekidir. Bahar’ın hanımı onu uyandırmadıkça tatlı uykusundan asla kalkmaz. Güven bana!”
“O halde planımızı uygulamaya başlayalım.” dedi kadın, haince sırıtarak.
Onur, konuşulanlardan pek bir şey anlamamıştı ama bu ikisinin niyetlerinin pek de iyi olmadığı bal gibi ortadaydı. Şu Bahar denilen kadın kimse tehlikedeydi, onu bulup uyarması gerekiyordu. Belki de profesörlerden biriydi? Yeterince dinlediğine karar verdi ve geri geri yürüyerek sessizce uzaklaşmaya başladı. Derken ayağı yerdeki bir kovaya takıldı ve kova ile içindeki fırçanın büyük bir gürültü ile devrilmesine yol açtı. Havuzun başındaki ikili hemen o tarafa döndüler ve dehşetle donmuş olan Onur ile göz göze geldiler. Onur bir imdat çığlığı atarak hızla koşmaya başladı. Voleybol sahasının yarısına kadar gelmişti ki arkasından esen soğuk ve şiddetli bir rüzgâr ile titrediğini hissetti. Aynı anda ayakları kontrol edilemez bir şekilde kaymaya başladı ve yüz üstü yere kapaklandı. Şaşkınlıkla yerin artık ince bir buz tabakası ile kaplanmış olduğunu fark etti. Korku ile arkasına baktığında siyahlı adamın ağır adımlarla kendisine yaklaşmakta olduğunu gördü. Adam, kollarını öne uzattı ve parmak uçlarından iğne misali pek çok sivri buz parçası fırlayıverdi. Onur tam zamanında yana yuvarlanarak bu saldırıdan kurtuldu. O esnada korkunç bir kahkaha işitti ve başını kaldırıp yukarı baktığında çirkin kadının kendisine doğru hızla yaklaşmakta olduğunu gördü. Hem de uçarak! Kadın, şemsiyesinin üzerine tıpkı bir cadının süpürgesine binmesi misali oturmuş, daireler çizerek yaklaşıyordu. Onur buzlu zeminde elinden geldiğince hızla kalkarak tekrar koşmaya başlamıştı ki kadın kolunu kaldırıp bir şeyler mırıldandı. Aynı anda sahanın hemen ortasında duran voleybol filesi yerinden fırladı ve Onur’un etrafını hızlıca sarıp delikanlının hareketsiz kalmasına neden oldu. Onur çaresiz bir biçimde yere yığıldı. Kurtulmak için debelendiyse de çabaları nafileydi, ağ çok sağlamdı. Siyahlı adam ve çirkin kadın hiç acele etmeden dibine kadar geldiler ve bir müddet başında dikilerek yerde yarmakta olan delikanlıya baktılar. Ardından kadın sırıtarak çömeldi ve gürültülü bir geğirme eşliğinde ağzından yeşil bir duman çıkararak Onur’un yüzüne üfledi.
(Devam edecek...)
7 comments:
Okundu...!!umarım diğer bölüm geç gelmez de unutmayız okuduklarımızı :)Kalemine kuvvet sen bu öykü işini çok iyi yapıyorsun..Saygılarr
Teşekkürler :) Devamı en kısa zamanda inşallah... Gerçi Kayıp Rıhtım'dan tamamını ve daha bir çok hikayeyi okuman da mümkün. Tek yapman gereken ana sayfadan Aylık Öykü Seçkisi'ni tıklaman.
vaaaay çok iyi!! Böyle bir şey beklemiyordum girişten =) ikinci bölümü merakla bekliyorum ^^
Sağol Rose ;) Seninkiler kadar iddialı olmasalar da bir şeyler karalamaya çalışıyorum işte.
İkinci bölüme geçiyorum:)
Çokkkk güzel ve nefes kesiciydi.ısındım hikâyeye.hadi devam:)
Geç bakalım :)
Yorum Gönder