26 Şubat 2009 Perşembe

Yorgun Savaşçı'nın Güncesi

Savaşçı durdu, yorulmuştu. Saatine baktı, gece yarısıydı. İzmir’in ara sokaklarından birindeydi. Soğuk nedeniyle asfalttan insanın boğazını yakan bir sis yükseliyordu. “Biraz dinlenmeliyim” diye mırıldandı kendi kendine. Konak tarafına doğru yürümeye başladı. İzmir geceleri daha da bir güzel görünüyordu. Meşhur saat kulesine bir selam verdi ve sahile doğru yürümeye devam etti. Denize bakan boş bir bank ilişti gözüne. Oturdu. İşte körfez karşısındaydı, bir vapur ağır ağır Karşıyaka'ya doğru seyrediyordu. Bir anlığına Karşıyaka'da oturan arkadaşları geldi gözünün önüne. Ne yapıyorlardı acaba? Muhtemelen uyuyorlardı bu saatte. Biri ise büyük ihtimalle hala ayaktaydı. Hafifçe gülümsedi onu düşünürken. Bankları da sevmezdi o. "Arkadaşlarım..." dedi kendi kendine, onlar olmasa ne yapardı acaba? Eğer bugün hala ayakları üzerinde durabiliyorsa bunu onlara borçluydu. Zor zamanlarında ona en çok dayanma gücü veren onların varlığıydı çünkü. Ne kadar olmuştu dğer iki savaşçı ve prensesten ayrılalı? Beş yıl? Altı? Emin değildi. Ama emin olduğu birşey varsa o zamandan bu zamana çok şey değişmişti. En çok da kendisi değişmişti. İçindeki çocuğun gülümsemesini duyamıyordu artık. Ama orada bir yerdeydi, ortaya çıkmak için kronik pengueni, DeMoN'ı veya Cihdom'u bekliyordu.

Millenium'da herşey değişecek demişlerdi. O zaman kulak asmamışı o sözlere. Kendileri bile ne kadar haklı olduklarını bilmiyordu büyük ihtimalle. Hakikaten de herşey değişmişti. Arka arkaya ölümler, düşman olan dostlar, kaybedilen ev, bitmek bilmeyen bir yolculuk..Yorgunluk birkez daha omuzlarına çöktü. Ne çok dolaşmıştı... İstanbul, İzmir, tekrar İstanbul, Fas, Konya ve gene İzmir... İzmir'de kalmak onun seçimiydi, her ne kadar İstanbul onu çağırıyor olsa da burada kalmak için direniyordu. Artık bitsin istiyordu. Artık bir düzeni olsun istiyordu, yorulmuştu çünkü. "Acaba kalmamalımıydım?" diye düşündü ne ilk kez ne de son kez... sonra gözü yine Karşıyaka vapuruna takıldı. "Ama o zaman bu insanları tanıyamayacaktım" diye hatırlatı kendine, her zamanki gibi. Zaten bu hep böyle oluyordu. Ne zaman "keşke başka bir bölüm okusaydım" dese kulağına gitar sesleri eşliğinde şen kahkahalar ve "ben demiştim" nidaları geliyordu. Ne zaman "başka bir işe girmeliydim, izmirde kalmamalıydım" dese o neşeli ortamı, o güzel insanları hatılıyor ve içini bir sıcaklık kaplıyordu. Askerde de ona dayanma gücü veren ordaki arkadaşlarının varlığı değil miydi? Aklı İzmir'den Denizli'ye oradan da İstanbul'a gitti. Çorlu tarafında biraz oyalanıp İzmir'e geri geldi. Tekrar gülümsedi, uzun zamandır yapmıyordu bunu. "Pişman olmayı bile beceremiyorum" diye homurdandı ayağa kalkarken.

Pasaport tarafına doğru yürümeye başladı, belki bir çay içerdi. Çay... Az mı detleşmişti o iskelede oturup arkadaşlarıyla? İyi bir arkadaş kadar iyi bir dinleyici de olduğunu söylerlerdi. Hiç sıkılmadan anlatırlardı tüm dertlerini. Dinlerdi o da, tüm kalbiyle hem de. Ortak olurdu dertlerine, çözüm ararlardı beraber. Gerçi hepsine yardımcı olamamıştı ama... "Herkese yardımcı olmak... işte benim sorunum bu. Herkese yardım etmeye çalışıyorum ama hepsine yetişemiyorum ki" dedi yavaşça geceye doğru. "Şövalye ruhlusun sen" demişti bir zamanlar ona bir arkadaşı. "Kendini feda edercesine her ihtiyacı olanın yanına koşuyorsun. Özellikle sevdiklerinin..." o zaman kızmıştı biraz, benzetmelerden hoşlanmazdı. Ama şimdi düşününce, haklıydı belki de... Başka bir arkadaşı is şövalyeleri "gururlu budalalar" olarak tanımlamıştı. Nedense bu ikinci tanımı kendisine daha yakın hissediyordu.
"Gururlu budala" dedi yüksek sesle.
"Efendim abi?" dedi bir ses. Çaycıydı. Gülümsedi.
"Bana bir çay getirir misin?" diye rica etti. Çaycı hemen fırladı.
"Göker olsa kızardı şimdi, geçen sefer bana bir çay içirinceye kadar dört takla atmıştı çocuk" diye geçirdi içinden. Ne demişti Göker ona? "Ya sen ne kadar sağlam bir adamsın böyle, ben seni anlamıyorum, hayatımda gördüğüm yegane güçlü insanlardansın" Evet çok şey geçmişti başından ve daha kim bilir daha neler gelecekti başlarına. Ama yılmayacaktı. Sevdikleri için yılmayacaktı. Dostlarının yanında olacaktı, hatta gerekirse önlerinde siper... Halil'in bir zamanlar ona dediği gibi "evet, zor yalnız başına bir şehri gece dolaşmak ve tüm sarhoşlara yollarını göstermek. Oysa sen bir savaşçısın ne olursa olsun yenilmeyecek" Gururlu bir budala olsa bile...

Şövalye... heh... kulağa o kadar da kötü gelmiyordu... Saatine baktı, gece yarısıydı. İzmir’in bilinen sokaklarından birindeydi. Soğuk nedeniyle denizden insanın gözlerini yakan bir sis yükseliyordu.

14.11.2006

8 comments:

Adsız dedi ki...

way be !!! diyorum başkada bişiy demiyorum. bu kadar mı güzel anlatılır be abi

Adsız dedi ki...

şövalyemin yardımına yine çok ihtiyacım var.

Adsız dedi ki...

gel sen bir kitap yaz satisda 10.000 garanti. daha fazlasi kesin olur, bu kadar guzel cumleler bu kadar guzel tasvir bosa gitmemeli

Adsız dedi ki...

dostum son yazını çok beğendim

Adsız dedi ki...

Yazını çok beğendim adamım

Adsız dedi ki...

Kanka süper olmuş yaw. Senin yazılarını toplayıp kitap yaptırıcam

Adsız dedi ki...

Sayende romanlara konu oldum. Çok büyük zevkle okudum

Adsız dedi ki...

Kankü delisin senn:))) Tek kelime ile süper.