5 Mayıs 2009 Salı

Uzak diyarların birinde... ( Bölüm 4 ) -Son-



Şövalye, kılıcının kabzasını iyice kavrayarak “Öleceksem bu bir korkak gibi kaçarken olmayacak. Bir şövalyeye yaraşır biçimde, başım dik ve gururlu bir şekilde ölmeyi tercih ederim.” dedi. Dimdik durdu şövalye, dediğini yapmaya kararlıydı anlaşılan.
Ama ejderha saldırmadı. Orada öylece durarak, kuyruğunu bir sağa bir sola sallarken şövalyeyi izlemekle yetindi sadece. Şövalyenin meydan okuyan bakışları yavaş yavaş soran bakışlara dönüştü. Ejderha ise başını bir yana yatırıp kedi gibi mırıldanarak şövalyeyi izlemeye devam etti.
“Neden saldırmıyor?” dedi şövalye. “Hani saldırmasını falan istediğimden değil ama…”
“Hey, galiba beni sevdi.” dedi kılıç.
“Senin neyini sevsin?” diyerek yanıtladı şövalye geveze kılıcı.
“Ne yani, benim gibi karizmatik biri varken seni sevecek hali yok ya?” dedi kılıç alayla.
“Bir saniye… Tabi ya, şimdi anlıyorum. Aslına bakarsan hakikaten de beni sevdi. Ne de olsa o benim eserim ve ona derin bir sevgi besliyorum. Yani en azından ahşapken besliyordum. Ve sanırım sevgim hiç de karşılıksız değilmiş”
Şövalye hayranlıkla ejderhayı izlerken dev yaratık boynunu eğip kendisine anlamlı anlamlı baktı. Şövalyenin iki kez düşünmesine gerek yoktu. Çevik bir hareketle hayvanın sırtına atladı ve birlikte havalandılar. Köşkün etrafında geniş daireler çizerek şövalyenin zafer naraları ile kılıcın “Yüksekten nefret ederim!” ve “Ölmek istemiyorum!” çığlıkları eşliğinde goblinleri tek tek haklamaya başladılar. Goblinlerin hakkından geldikten sonra tekrar bahçeye indiler. Şövalye ederhanın sırtından yere atladı ve köşke doğru bağırdı. “Çık ortaya, seni düzenbaz cadı!” Köşkün üst pencerelerinden biri savrularak açıldı ve cadı göründü. “Ne yapıyorsun aptal hayvan? Yok et şu budalayı!” diyerek ejderhaya bağırdı çıktığı balkondan.
Şövalye yumruğunu sallayarak “Budala değil, şövalye!” diye bağırdı öfkeyle. Sanki onun bu öfkesini hissetmişçesine ejderhadan derin bir homurtu yükseldi ve cadıya doğru bir alev püskürttü. Balkon anında alev aldı. Ama alevler yine cadıyı etkilememişti, sadece daha da sinirlenmesine yol açmıştı. “Demek ondan yana çıkacaksın ha? Seni ben canlandırdım, eski haline getirmesini de bilirim” diyerek ejderhaya doğru bir büyü yolladı. Tam o anda pek çok şey aynı anda gerçekleşti. Cadının yolladığı büyüye maruz kalan ejderha keskin bir kükreme atarak küçülmeye başladı. Tam o esnada gizemli baykuş birden ortaya çıktı ve kendisini büyülü alanın içerisine attı. Cadının üzerinde durduğu balkon ise alevlerin etkisiyle çöktü ve hazırlıksız yakalanan cadı paldır küldür kendini bahçede buluverdi. Yoğun bir ışık patlaması eşliğinde ejderha ortadan kayboldu. Ellerini gözlerine siper etmiş şövalye birkaç saniye yerinden kıpırdayamadı. Sonra ışık yavaş yavaş söndü ve gecenin karanlığı tekrar bahçeye hakim oldu. Ahşap ejderha oyması çimlerin üzerinde hareketsiz yatıyordu. Onun tam yanında ise bir insan şekli boylu boyunca uzanmaktaydı. Şövalyenin şaşkın bakışları arasında adam yavaşça ayağı kalktı ve üstünü başını silkeledi. Top sakallı, gözlüklü, yaşlı bir adamdı bu. Üzerinde mor renkli garip giysiler vardı, muhtemelen bir büyücüye ait giysiler.
“Marvin!” diye ciyakladı kılıç.
“Huuu! Ay… Şey… Yaşasın diyecektim. Alışkanlık işte kusura bakmayın” dedi Marvin gözlüğünü düzelterek.
“Marvin mi? Büyücü Marvin sen misin yani?” dedi şövalye şaşkınlıkla. Ama sen…” dedi şövalye gözlerini kısarak. Çok tanıdık bir şeyler vardı bu adamda.
“Merlin’in Nişanı dahil pek çok Yüksek Büyücülük ünvanına sahip, Büyücüler Divanı kıdemli üyesi, Zamanda Yolculuk Araştırma Kurulu Başkanı ve İki Büyücülük Turnuvası şampiyonu Marvin. Evet, o benim evlat.” dedi Marvin cüppesini çekiştirirken.
“Ama sen… Şimdi hatırladım. Seni tanıyorum. Sen Mutluluk İksiri’ni bulmak için aradığım Bilge Kişi değil misin?” diye sordu şövalye şaşkınlıkla.
“Evet, ta kendisiyim evlat” dedi Marvin beyazlaşmış sakalını sıvazlayarak. “Demek beni hatırladın? Aslına bakarsan ben de ormanda seni görür görmez hatırlamıştım. Eğer normale döneceksem bunun senin sayende olacağını anladım ve sana yardım etmeye karar verdim. Çok şükür ki tahminimde yanılmamışım” dedi açıp kapadığı ellerine sanki onları ilk defa görüyormuş gibi bakarak.
“Ama… Ama kılıç, senin yüzyıla yakın bir zamandır ortalıkta olmadığını söylemişti. Oysa bizim karşılaşmamızın üzeriden o kadar zaman geçmedi.
“Şey… Biraz abartmış olabilirim. Ama o sandıkta geçirdiğim her saniye bana bir yıl gibi geliyordu inan bana” dedi kılıç cırtlak cırtlak.
“Bu yüzden tüm macera boyunca bana yardım ettin. Cadı seni baykuşa çevirmişti ve senin kurtulman gerekliydi.” diyerek akıl yürüttü şövalye.
“Aynen öyle Cesur Şövalyem” dedi Marvin.
“Senin sıradan bir baykuş olmadığını biliyordum zaten.” dedi şövalye kafasını düşünceli bir biçimde sallayarak.
“Aslına bakarsan biz onu hep ihtiyar baykuş olarak anardık” dedi kılıç. “Ay pardon, öyle demek istemedim efendi Marvin” dedi sonra da, eski efendisinden korkarak.
Marvin hafifçe gülümseyerek “En kötü eserimsin biliyor musun?” dedi kılıca. “Aslında böyle bir kılıç yapmayı hiç istememiştim” dedi ardından da şövalyeye. “Basit bir dil sürçmesi nelere sebep oluyor görüyor musun? Büyüyü yaparken en korkulan kılıç yerine yanlışlıkla en konuşkan kılıç dememin sonucu şu an ellerinde” dedi keyifle kıkırdayarak. “Onun çenesinden kurtulabilmek için konuşan bir kalkan bile yapmayı denedim ama bunda pek başarılı olduğumu söyleyemeyeceğim. Kalkanlar yapıları itibari ile daha ketum oluyorlar sanırım” diye ekledi. “Hikayeler ve açıklamalar için vaktimiz olacak. Önce şu cadı ile ilgilensek iyi olacak.” diyerek yavaşça cadının olduğu tarafa döndü. Şövalye de onu izledi.
Cadıyı düştüğü yerde doğrulmaya çalışırken buldular. Kafasını silkeleyip kendine gelmeye uğraşıyordu. Şövalye ve Marvin’in yaklaştığını görünce öfkeyle tısladı ve telaşla çimlerin üzerinde düşürdüğü asasını aramaya başladı. Bu sırada Marvin, cübbesinin sayısız gizli ceplerinden birinden dikdörtgen şeklinde bir şey çıkardı. Şövalye bunun bir yüzeyinde bir sürü küçük düğme olan, garip bir cihaz olduğunu fark etti. Cadı, tam asasını bulmuş ve yeni bir büyü yapmaya hazırlanıyorken Marvin, elindeki garip cihazın bir tuşuna basarak asanın cadının elinden fırlamasını sağladı. Cadı öfke ile bağırıp çağırmaya ve lanetler okumaya başladı. Marvin, şövalyeye “Sence de çok can sıkıcı bir ses değil mi?” diyerek elindeki cihazın bir düğmesine daha bastı ve cadı birden İspanyolca konuşmaya başladı. “Hay aksi! Yanlış tuş” dedi Marvin gözleri büyümüş bir şekilde ve panikle başka bir tuşa bastı. Bu kez cadının sesi kesiliverdi. Cadının ağzı hala hareket ediyordu ama hiç sesi çıkmıyordu. “Ah, böylesi daha iyi” dedi Marvin keyifle.
“O nedir?” diye sordu meraklı gözlerle büyücünün elindeki alete bakan şövalye.
“Evet, evet! Nedir o?” dedi kılıç heyecanla.
“Bu mu? Benim buluşlarımdan biri sadece. Uzaktan kumanda diyorum adına. Bu sihirle biraz geliştirilmiş hali elbette” dedi eseriyle gurur duyarak.
“Tuzaktan kumanya mı? Ne biçim şey o öyle” dedi kılıç kıkırdayarak.
Marvin kafasını sağa sola sallayarak güldü. Şövalye ise sabır dileyen bakışlarla gökyüzüne bakmakla meşguldü. Sonra bakışlarını tekrar oturduğu yerde hop hop hoplayan cadıya çevirdiler. Marvin cübbesinin kolundan çıkardığı birbirine bağlanmış rengarenk eşarplarla cadıyı sihir yoluyla bağladı. Bağların yeteri kadar sıkı olduğuna emin olduktan sonra kumandanın düğmesine tekrar bastı ve cadı sesini geri kazandı.
“Alçaklar, haydutlar, caniler!”
“Hey, orada dur bakalım seni cadaloz seni. Kime haydut dediğine dikkat etsen iyi olur. Çocukları kaçırıp, beni öldürmeye çalıştığını ne çabuk unuttun” diye çıkıştı şövalye öfkeyle.
“Evime izinsiz girdiniz!” diye itiraz etti cadı.
“Merlin’in sakalı… Son hatırladığıma göre bu köşk benimdi” dedi Marvin, sakalını sıvazlayarak.
“Beni yok etmeye çalıştınız!”
“Sen de son birkaç yılımı bir baykuş olarak yaşamaya mecbur bıraktın.” dedi Marvin.
“Ve bir sürü çocuğu kendi kötü amaçların için kurban ettin.” diye ekledi şövalye.
“Beni… Öf tamam, tamam. Siz kazandınız.” dedi cadı en sonunda, pes etmiş bir vaziyette. “Ayrıca çocukları kurban falan da etmedim.” diye ekledi sonra da.
“Etmedin mi? Harika!” dedi şövalye sevinçle.
“Etmedim tabi. Ben çocuk kurban etmem, onları yerim.”
“Yer misin? Ama bu korkunç!”
“Korkunç mu? Nesi korkunçmuş anlamadım. Körpe bir çocuğun etinin ne kadar tatlı olduğunu biliyor musunuz siz?” dedi cadı iştahla çarpık dişlerini yalayarak.
Tiksinmiş bir yüzle cadıyı izlerlerken kılıç âdeti olduğu üzere hemen lafa karıştı. “Tatlı mı? Canın tatlı bir şeyler yemek istiyorsa neden çikolata, şeker falan yemeyi denemiyorsun ki?”
“Çikolata mı?” dedi cadı soran bakışlarla. “Gerçekten de öyle bir yiyecek var mı? Ben onun büyülü bir yanılsamadan ibaret olduğunu sanıyordum.”
“Evet ya. Bu iyi bir fikir. Aferin kılıç” dedi Marvin. Elinin bir hareketiyle sivri uçlu şapkası elinde beliriverdi. Kılıcın gayet şaşkın ve heyecanlı bir sesle sorduğu “Bana mı dedin? Bana aferin dedi gördün mü?” sorularına kulak asmayarak elini şapkanın içine daldırdı ve karıştırmaya başladı. Kolu normalde giremeyeceği kadar şapkanın derinliklerine gömülmüştü ve içini araştırırken sanki büyük bir depoyu karıştırıyormuşçasına şapkadan yankılı tangırtılar yükseliyordu. Sonunda şapkayı yere koyarak içinden büyük beyaz bir şey çıkardı. “Buna buzdolabı diyorlar” dedi meraklı bakışları yanıtlamak için. Ya da geveze kılıcın konuşmasına fırsat vermemek için de olabilir elbette. “İşte bir parça çikolata” dedi yiyeceği cadıya uzatırken.
Cadının etrafındaki eşarplar çözüldü. Cadı çikolata parçasını temkinli bir şekilde eline aldı. Biraz evirip çevirip kokladıktan sonra köşesinden dikkatlice ısırdı. Gözleri bir anda irileşti ve parçayı büyük bir hızla ağzına atıp keyifle çiğnemeye başladı. Dolu bir ağızla “Bu haaaarika!” dedi ve kıkırdamaya başladı.
“Dahası da var” dedi Marvin ve dolaptan turtalar, kekler, pastalar, şekerler çıkardı. Cadı hepsinin tadına baktı ve hepsini de bayıldı.
“Sanırım büyük bir sorunu hallettik” dedi Marvin keyifle.
“Ne yani? Sorun halloldu mu şimdi?” dedi şövalye şaşkın bakışlarla tıkınan cadıyı izleyerek.
“Daha savaşacaktık ama” dedi kılıç hüsranla.
“Elbette. Artık yiyecek bulmak için kimseyi kaçırmak zorunda değil, görmüyor musunuz?” dedi Marvin.
Şövalye bir müddet daha tıkınan cadıyı izledi ve derin bir iç çekişle “Sanırım haklısın. Keşke bunu çocuklara bir zarar gelmeden önce yapabilseydik.”
Dolu bir ağızla onlara doğru dönen cadı “Çocuklara bir zarar geldiğini kim söyledi ki? Hepsi yukarıda, çalışma odamın arkasındaki gizli bölmedeler” dedi çikolata kaplı parmağını az önce yıkılan balkona doğru sallayarak.
“Ah, eski yatak odam demek istiyorsun. Kirli çamaşırlarımı meraklı misafirlerden saklamak için gizli bir bölme yapmıştım.” dedi Marvin ve eski günlerin hatırasıyla gülümsedi. Ama şövalye onu duymadı bile. O çoktan köşkün girişine doğru koşmaya başlamıştı çünkü. Hızla merdivenleri tırmanıp yatak odasından bozma çalışma odasına daldı. Odanın ortasındaki kazan hala yeşil ışıklar saçarak fokurduyordu. Seri adımlarla kazanı geçti ve odanın sonundaki eski püskü şömineye vardı. Sırıtkan kurukafa figürünü görür görmez ne yapması gerektiğini kavradı ve elini kafatasının üzerine koydu. Kurukafa yüksek sesle “İyi bir büyücü, iç çamaşırı temiz olan büyücüdür” diye gürledi, ardından da kısık ve hızlı bir sesle “Böylece kokusundan konsantrasyonu bozulmaz” diyerek ekledi. Şömine savrularak yana açıldı ve gizli bir girişi ortaya çıkardı. Şövalye az önce duyduğu şey karşısında burnunu kırıştırarak odaya girerken, kılıç ise kahkahalarla gülmekteydi. Birdenbire pek çok kafadan çıkan bir tezahürat onları karşıladı, çocuklar buradaydı.
Kurtarıcılarının eşikten geçtiğini görünce “Şövalye!” diye bağırdılar sevinçle.
“Şövalye değil… Budala! Ay… yani şövalye, evet” dedi kafası karışık kahramanımız. Çocukları hızla içinde tutuldukları kafeslerden saldı ve hepsine tek tek sarılarak kahkahalar attı. Sevinç gözyaşları eşliğinde basamakları inip tekrar bahçeye çıktılar. Cadı hala tıkınmakla meşguldü. Marvin ise yine garip bir cihaz çıkarmış, onunla oynuyordu. Çocukları ve şövalyeyi görünce “Ah, işte buradasınız” dedi ve onlara yaklaştı. Çocuklar garip büyücü ve hain cadının görüntüsü karşısında korkarak şövalyenin arkasına saklandılar.
Şövalye, “Korkmayın, korkacak bir şey yok” diyerek çocukları sakinleştirdi. Marvin çocuklara gülümsedi, birkaç karmaşık el hareketiyle tam önlerinde bir boyut kapısı açtı ve onlara dönerek “Sanırım ayrılma vaktimiz geldi ufaklıklar. Eminim aileleriniz sizi özlemiştir, sanırım siz de öyle. Bu yol sizi ormanın içinden geçme derdinden kurtararak doğruca köyünüze ulaştıracak” dedi. Çocuklardan sevinç çığlıkları ve alkışlar koptu. Hepsi Marvin’e tek tek teşekkür ederek ve cadıya yan gözlerle bakarak kapıdan geçtiler ve gözden kayboldular. En sonunda bahçede şövalye, Marvin ve cadıdan başka kimse kalmamıştı. Şövalye, başıyla hala iştahla yiyen cadıyı işaret ederek “Sen iyi olacak mısın?” diye sordu büyücüye.
“Merak etme” dedi Marvin. “Beni ikinci kez kandırmasına izin vermem. Hem bu sefer öyle bir şey denemeyeceğine dair bir his var içimde. Unutmadan, bu senin” diye ekledi ejderha oymasını şövalyeye verirken.
Şövalye minnetle gülümsedi ve “Sanırım bu da sana ait” dedi kılıcı Marvin’e doğru uzatarak. Marvin ise kılıcı eli ile kibarca iterek “Sende kalsın. Ona benden daha çok ihtiyacın olacak. Ne kadar geveze olursa olsun faydalı bir yol arkadaşıdır. Zamanla göreceksin tahminimce” dedi.
“Gevezeymiş, hıh!” dedi kılıç. Şövalye büyücü ile el sıkıştı ve en kısa zamanda tekrar görüşmek için birbirlerine söz verdiler. Ardından şövalye de boyut kapısından geçerek bahçeyi terk etti. Göz açıp kapayıncaya kadar köy meydanındaydı. Etrafta tam bir bayram havası esiyordu. Çocuklarına kavuşan aileler onları öpüp kokluyor, çocuklar ise neşe ile anne babalarına sarılıyorlardı. Şövalye kapıdan geçer geçmez büyük bir tezahürat koptu ve kahramanımız kendini birdenbire omuzlar üstünde buluverdi.
“Harika bir maceraydı değil mi?” dedi şövalye kılıcına.
“Hayır efendim hiç de değildi! Aptal bir iki goblin dışında doğru dürüst tek bir şey bile biçemedim.” diye mızmızlandı kılıç. Şövalye gülerek başını sağa sola salladı ve gecenin geri kalanında eğlence ve kutlamaların tadını çıkardı.

*********************************************

Birkaç ay sonra şövalye kulübesinde oturur ve yaklaşan ilkbaharın tadını çıkarırken bir güvercin uçarak tam önündeki masaya kondu. Güvercinin ayağına bir mektup bağlıydı. “Bak sen. Gel bakalım ufaklık” dedi şövalye güvercine doğru elini uzatarak.
Güvercin ayağını geri çekerek “Hey ahbap, sen kime ufaklık dediğini sanıyorsun bakayım?” diye çıkıştı sinirli bir sesle.
Şövalye eli havada kalakaldı. “Sen konuşuyorsun!” dedi şaşkınlıkla.
“Ne tesadüf, sen de öyle...” dedi güvercin.
“Selam Tezkanat” dedi kulübe duvarına yaslı duran kılıç.
“Sana da selam ahbap” dedi güvercin. “Hey, bu hödük senin yeni sahibin mi?” Bir taraftan da bacağındaki mektubu şövalyenin eline tutuşturmakla meşguldü.
“Eh, öyle de denebilir. Bir süreliğine beraber takılıyoruz. En azından daha iyisini bulana kadar…” diye cevapladı kılıç.
“Sana bol şans dilerim, bol da sabır.” dedi güvercin kılıca. Sonra da ağzı bir karış açık olan şövalyeyi işaret ederek ekledi “Şuna biraz terbiye öğret. Hadi görüşürüz.” diyerek havalandı.
“Görüşürüz. Marvin’e selam” diye ciyakladı kılıç.
“Marvin…” diye mırıldandı şövalye. Şimdi anlamıştı. Merakla elindeki rulo haline getirilmiş mektuba baktı. Üzerindeki mühürde büyücünün amblemi vardı. Tam tahmin ettiği gibi… Hevesle açtı ve okumaya başladı.
“Hey, yüksek sesle oku şunu! Ben de duymak istiyorum” dedi kılıç.
“Emredersiniz efendim” dedi şövalye sıkılı dişlerinin arasından ama kılıcın emrivakii ricasını da geri çevirmedi.

Sevgili Dostum;

Sana daha önce yazamadığım için üzgünüm. Senin de tahmin edebileceğin gibi uğraşmam gereken pek çok iş vardı. Neyse ki hemen hemen çoğunu hallettim. Köşküm eski, güzel günlerine geri döndü. Benim tekrar buraya yerleştiğimi duyan çevre halkı da yavaş yavaş da olsa eski yerleşim yerlerini tekrar kuruyor. Eski dostlarım da sık sık ziyaretime gelip toplanmama yardım ediyorlar. Umarım sizin oralarda da her şey yolundadır ve yine umarım kılıç ve sen iyi anlaşıyorsunuzdur.

Hem şövalye hem de kılıç bezgin bir sesle, aynı anda “Yaa, ne demezsin” dediler.

Ben oldukça iyiyim. Arada sırada bir fare gördüğümde iştahımın kabardığını hissetsem de baykuş kısmımdan pek bir eser kalmamış gibi görünüyor. Yokluğum sırasında Büyücüler Divanı’ndan çıkarılmışım ama bunu pek de sorun etmiyorum. Böylece diğer araştırmalarım için daha fazla vakit bulmuş olacağım. Goblinlerden ise pek bir iz yok. Son duyduğuma göre ejderhamızdan kurtulanlar dağlara doğru kaçıyorlardı. Belki de ilgilenirsiniz?

“Bak işte bu harika bir fikir” dedi kılıç hevesle ve sadist kahkahalarından birini atıverdi.

En kısa zamanda sizleri ziyaret etmeyi planlıyorum. Bu arada sizin de yolunuz bu tarafa düşerse bana uğramadan geçmeyin sakın. Yoksa sizi lanetlerim! Şaka ediyorum tabi ki. Eğer bugün bu mektubu yazabiliyorsam bunu tamamen sizlere borçluyum. Tekrar teşekkürler dostlarım.

Sevgilerle
Marvin

Not: Cadı sizlere ömür. Geçtiğimiz ay şeker komasından kaybettik.


Son

Red Dragon by Ameban
Pigeon by Vanguard Animation "Valiant"

2 comments:

shenem dedi ki...

hayır o kılıç marvine diil,bana ait:(..pşt şovelye sana diooorm!
cadı da sizlere ömür olmuş zaten..
niye bilmem ama marvinin "sevgili dostum.." die yazdığı not çok etkiledi bni

mit dedi ki...

Aman ne yapacaksın o kadar geveze bi kılıcı? Boşver onda kalsın :)
Sağol beğenin ve desteğin için sevgili dostum...