20 Mayıs 2009 Çarşamba

Yalnızlık baki...

İstanbul’da bir gün batımı… Güneş yavaş yavaş Yeditepe’nin üzerinde alçalırken boğazın engin sularını kızıl ışıklarıyla yıkıyor, ortaya nefes kesici bir manzara çıkıyordu. Ama İstanbullular bunun farkında bile değildi. Günlük hayatın koşturmacaları içerisinde, manzaranın farkına bile varmadan hızla geçip gidiyorlardı birinci köprüden. Sıradan bir gün, sıradan bir günbatımıydı bu onlar için. Hâlbuki her şey o kadar da sıradan değildi. Eğer kafalarını kaldırıp yukarı bakma zahmetinde bulunsalardı, köprünün heybetli ayaklarından birinin tepesindeki garip gölgeyi fark ederlerdi. Daha da dikkatli baksalardı bunun bir insana ait olduğunu anlarlardı. Ama hiç kimse bunun farkında değildi. Yani hemen hemen hiç kimse…

Otuzlarına yaklaşmış genç bir adamdı yukarıdaki gölge. Tehlikeli bir biçimde kenarda durmuş, bulunduğu yer ile deniz arasındaki mesafeyi hesaplamaya çalışıyormuşçasına aşağı bakıyordu. Yüzünde derin, çok derin bir hüzün ve acı ifadesi vardı. Atlayacaktı, son verecekti artık bu hayal kırıklıkları ile dolu hayata… Derin bir nefes alıp yaşlı gözlerle gökyüzüne doğru baktı. “Affet beni…” diye fısıldadı ve iyice kenara doğru yaklaştı. Tam o esnada arkasından biri seslendi “Güzel manzara değil mi?” Genç adam şaşkınlıktan hafifçe olduğu yerde sıçrayıverdi, bir anlığına dengesini kaybedip tehlikeli bir biçimde bir ileri bir geri sallandı. Son anda dengesini tutturdu ve kenardan uzaklaşıp hızla arkasına döndü. Geniş siperlikli bir şapkası olan, siyahlar içinde bir adam vardı karşısında. Pelerini, rüzgar eşliğinde hafifçe salınıyordu. Gizemli adam başını hafifçe yana eğerek gülümsedi ve parmağı ile köprünün kenarını işaret ederek “Dikkatli ol, yoksa düşeceksin” dedi genç delikanlıya. Delikanlının kalbi heyecandan hızla çarpıyordu. “Kimsin sen? Buraya kimsenin çıkmıyor olması gerekirdi” diye bağırdı. Gizemli adam, teslim olmuşçasına ellerini omuz hizasında kaldırarak bir adım geri attı ve “Ben de bunun için buradayım zaten. Kimsenin burada olmaması gerekir.” dedi sakince. Delikanlı tek kaşını kaldırıp söyleneni anlamaya çalıştı sonra tekrar “Kimsin sen?” diye bağırdı. Gizemli adam ellerini indirerek gülümsedi ve “Bana Yorgun Savaşçı derler” dedi, şapkasının ucuna dokunarak selam verirken.

Orada bir müddet durup birbirlerini süzdüler. Sonunda Yorgun Savaşçı ağır adımlarla gence doğru yürümeye başladı. Genç adam panikle “Yaklaşma! Yaklaşma yoksa atlarım!” diye bağırdı. Ama Savaşçı oralı bile olmadı ve delikanlının şaşkın bakışları arasında yanından geçerek kenara oturdu. Bacaklarını aşağı sallandırıp manzarayı izlemeye koyuldu. Genç adam ne yapacağını bilemez bir vaziyetteydi. Yorgun Savaşçı, gözlerini boğazın nefes kesen manzarasından ayırmadan “Soruma cevap vermedin?” dedi.
“Soru mu? Hangi soru?” diye kekeledi genç.
“Manzara… Gerçektende etkileyici öyle değil mi?” dedi Savaşçı. Delikanlının gözleri bir müddet köşede oturan ve ayaklarını kayıtsızca sallayan Savaşçı üzerinde oynaştı. Sonra o da manzaraya şöyle bir göz attı ve “Evet, gerçekten de güzel” dedi, yüzünü yine derin bir hüzün ifadesi kaplarken.
“Ne zaman biraz huzur arasam buraya gelirim” dedi Savaşçı “Ama sanırım sen bunun için burada değilsin” diye ekledi ardından. Genç cevap vermedi, ıslak bakışlarla manzarayı izlemeye devam etti sessizce.
“Paylaşmak ister misin?” diye sordu Savaşçı usulca.
Delikanlı bu teklifi öfke ile karşıladı ve “Niye burada olduğumu biliyorsun. Niyetimin ne olduğunu da gayet iyi biliyorsun! Beni durdurmana izin vermeyeceğim!” diye bağırmaya başladı.
“Bağırmana gerek yok, seni gayet iyi duyuyorum” dedi Savaşçı gülerek. “Sadece konuşmak istiyorum. Eğer sohbetimiz bittikten sonra hala atlamak istersen seni durdurmam, söz” diye ekledi yanındaki yere eliyle hafifçe vurarak oturmasını işaret ederken. Bir anlık tereddütten sonra genç adam yavaşça gösterilen yere oturdu ve bu gizemli adama merakla bakmaya başladı. “Kimsin sen?” diye sordu tekrar.
“Ben bu faslı geçtiğimizi sanıyordum” dedi Savaşçı çarpık bir tebessümle. “Kim olduğum gerçekten de bu kadar önemli mi? Bilmek acılarını ve üzüntülerini hafifletecek mi?”
Gözlerine tekrar yoğun bir acı ifadesi çöken genç “Hayır” dedi çatallaşmış bir sesle. Tekrar manzaraya dalıp sessizleşti.
“Anlatmayacak mısın?” diye üsteledi onu Savaşçı.
“Neden sana, hiç tanımadığım bir yabancıya kişisel problemlerimi anlatayım ki?”
“Çünkü çoğu zaman dertlerimizi başka biri ile paylaşmak o acıyı daha katlanılabilir hale getirir. Bazen böyle şeyleri hiç tanımadığımız birine anlatmak ise çok daha kolaydır. Hem madem atlayacaksın o saatten sonra benim bir şey bilip bilmemem pek de umurunda olmaz, değil mi?” dedi gülerek. Delikanlı bunu biraz düşündü. Sonra derin, titrek bir nefes aldı ve kelimeler bir bir ağzından dökülmeye başladı.

“Yalnızım” dedi “Çok yalnız… Bu öyle bir yalnızlık ki, en sevdiğim insanlar etrafımda olsa bile kendimi yalnız hissediyorum. Her anımda, yanımda olması gereken ama hiç olmayan birinin eksikliğini hissediyorum. Özel birinin… Özel şeyleri paylaşabileceğim birinin… Benim mutluğuma önem verecek ve benim de onun mutluluğu için yaşayacağım, hatta gerekirse bu uğurda canımı bile verebileceğim birinin… Hayatım boyunca hep öyle birini aradım durdum. Birkaç kişiyle de şansımı denemedim değil, denedim. Hatta aradığım birçok şeyden feragat bile ettim mutluluğum için ama karşılık alamadım maalesef. Ya çok fazlaydım ya da çok az onlar için. Artık biliyorum ki öyle biri yok ve ben asla mutlu olamayacağım.” Sonra başını öne eğerek sessizleşti.

Yorgun Savaşçı konuşmadan bir müddet ona baktı. İyice süzdü gözleriyle delikanlıyı. Bu sessiz bekleyiş delikanlıyı germiş olacak ki “Bak, beni anlamanı beklemiyorum. Bunları sana niye anlattığımı bile bilmiyorum.” diye çıkıştı sinirle. Tam daha da söylenecekti ki “Seni anlıyorum.” dedi Savaşçı usulca. Şaşkınlıkla duraksadı genç. Sonra da ürkekçe “Anlıyor musun?” diye sordu.
“Evet, anlıyorum. Yalnızlık hiç de yabancısı olduğum bir şey değildir. Ben de çok uzun zamandır yalnızım aslına bakarsan” dedi düşünceli bir tavırla. “Ama bu başa çıkılamayacak bir sorun değil”
“Bir yere kadar evet. Ama ne zaman birlikte dolaşan çiftleri görsem, evlenip mutluluğa eren arkadaşlarımdan haber alsam veya en basitinden hüzünlü bir şarkı dinlesem kalbim adeta paramparça oluyor. Artık bu acıya daha fazla dayanamıyorum. Dayanmak istemiyorum, savaşmak da istemiyorum. Tek istediğim sonsuz huzur…”
“Mutluluğu yanlış yerde arıyorsun. Yalnızlıktan kurtulmaya çalışmak boşuna…” dedi Savaşçı.
“Ne demek istiyorsun?”
“Demek istediğim şu ki, hayatında biri olsa da olmasa da aslında hep yalnız olacaksın. Kulağa saçma mı geliyor? Bir de duruma şöyle bak. Şu anda yan yana otururken bile aslında yalnızız. Ne sen benim içimden geçenleri, aklımda dolananları bilebilirsin ne de ben seninkileri… Yanında en sevdiğin insan olduğunda da durum bundan farklı olmayacak. İnsan hep yalnızdır.”
Genç bu sözlerdeki yadsınamaz doğruluk payı ile afalladı. Delikanlının anladığını gören Savaşçı sözlerine devam etti.
“Mutluluğumuzu başkasının varlığına ya da yokluğuna bağlamak çok anlamsız. Elbette özel birinin varlığı hayatımızı daha katlanılabilir kılar, hatta hayatımıza renk katar. Bunu inkar edemem ama… Ama daha önce de dediğim gibi, aslında her zaman yalnızız. Ve hayatta mutlu olabilmek için farkında olmadığımız o kadar çok sebebimiz var ki… Bu dünya üzerinde her gün yarın yaşayıp yaşamayacağını bilemeyen insanlar var. Üzerindeki iki parça kıyafetten başka giyecek bir şeyi olmayanlar, yiyecek bir lokma ya da içecek bir yudum bulamayan insanlar. Bir çatı altında yaşayamayanlar… Kimsesi olmayanlar… Onları bir düşün, sonra kendinle kıyasla. Sahip olduklarının değerini bir düşün, mutlu olmak için başka birinin hayatına girmesini beklemenin mantıksızlığını düşün. Eğer hala mutsuzum diyorsan o zaman durma, atla. Çünkü söyleyecek başka sözüm kalmadı” dedi ve sessizliğe gömüldü Savaşçı.

Uzun bir müddet konuşmadan orada oturdular. Güneş batmış, kadim köprü ve narin kız kulesi kendilerini rengarenk gece ışıkları ile taçlandırmışlardı. Delikanlı başı öne eğik vaziyette uzun uzun, sessizce düşünmüştü bilgece söylenmiş sözleri. Sonunda kafasını kaldırıp Savaşçıya baktı ve “Yalnızlığı ve beraberinde getirdiği sıkıntıları gerçekten de iyi biliyorsun anlaşılan” dedi. Savaşçı, delikanlıdaki değişimi anında fark etti. Gülümsüyordu konuşurken, gözlerinin içinde ise o acı ifadesinden eser kalmamıştı. Savaşçı da tebessüm ederek “Yalnızlık ve ben eski dostuz diyebilirim” dedi.
“Dediklerinde tamamen haklısın yorgun ama bilge savaşçı. Hem de sonuna kadar… Aptallık ettim, az kalsın elimdeki güzelliklerin farkına bile varmadan harcayacaktım hayatımı. Ama şükür ki sen buradaydın.” dedi ve elini tokalaşmak için Savaşçıya uzattı. Savaşçı gülümseyerek kavradı bu eli ve ikili samimi bir şekilde el sıkıştı. Sonra beraber ayağa kalktılar. “Merak ediyorum da…” dedi delikanlı, “Eğer fikrimi değiştirmeseydim gerçekten de atlamama izin verecek miydin?” Savaşçı tekrar gülümseyerek delikanlıya baktı.

Tam o esnada delikanlının ayağı kaydı ve dengesini kaybederek çığlık çığlığa köprüden aşağı düştü. Hızla aşağı düşerken çığlık atıyor, kendisine doğru yaklaşan zemine korku dolu gözlerle bakıyordu. Elleriyle gözlerini siper etti ve korkunç sonu bekledi.

Sonra birden düşüş sona erdi.

Ürkekçe gözlerini araladı ve gördüklerine inanamadı. Zemine çakılmasına sadece birkaç karış kalmış olduğunu gördü. Ama artık düşmüyordu. Uçuyordu! Havada öylece süzülüyordu işte. Yorgun Savaşçı’nın “İyi misin?” diyen sesi geldi kulaklarına. Başını cesaret edebildiği kadar sesin geldiği yöne doğru çevirdi ve Yorgun Savaşçı’nın da havada süzülerek yanına geldiğini gördü. Bu onun marifeti olmalıydı. “Hey evlat, sen iyi misin?” diye sordu Yorgun Savaşçı tekrardan. “E-Evet, sanırım” dedi delikanlı kekeleyerek. Savaşçının bir el hareketiyle genç olduğu yerde dönerek düz bir konuma geldi ve yavaşça aşağı inmeye başladı. “Kimsin sen!?” diye sordu genç bağırarak, bu akşam üçüncü kez. Savaşçı yavaşça havaya doğru yükselirken gülümsedi ve “Daha önce de dediğim gibi evlat, bana Yorgun Savaşçı derler” dedi giderek uzaklaşan delikanlıya el sallayarak. Delikanlının ayakları zemine değmişti. Başını kaldırıp “Teşekkürler!” diye bağırdı yukarıya. Ama orada kimsecikler yoktu.

Boğaz Köprüsü fotoğrafı / Bosphorus Bridge photo by Tübitak Sanal Sergi
Kız Kulesi fotoğrafı / Maiden's Tower photo by Kızkulesi
Boğaz Köprüsü fotoğrafı / Bosphorus Bridge photo by Galeri İstanbul


3 comments:

kews dedi ki...

heeyt bee... yeni kahramanın yorgun savaşçı :)

zizaxe dedi ki...

Tebrik ederim yorgun savaşcı gene döktürmüşsün insanı sıkabilcek bölümleri kısa kesmen sürekli konuyu belirtmen süper bence.Ayrıca şunuda belirtmek isterim heryazın'dan ayrı bir zevk almaya başladım yazılarınızın devamını içtenlikle beklemekteyim.Başarılarınızın devamını diler saygılarımı sunarım.İyi çalışmalar..

mit dedi ki...

Teşekkürler arkadaşlar =) Birilerinin okuduğunu bilmek güzel...